“Dünya’nın Sonu Nasıl Gelecek?” Sorusuna Cevap Niteliğindeki Küresel Isınma Temalı Filmler

Film, iklim krizinin toplumları yok etmesinden sonra Almanya’nın çorak arazilerinde, erkek arkadaşı Phillip ve küçük kız kardeşi Leonie ile birlikte yolculuk yapan Marie adında genç bir kadın hakkında. Su kaynakları hızla tükenirken ne yapacağını bilemeyen bir grup insan, kısıtlı kaynaklar için neleri göze alabilecekler?

Film gişede bekleneni vermese de mutlaka izlenmesi gereken başyapıtlar arasında kabul ediliyor. Yerküredeki tüm buzulların eridiği ve kalan insanların sular üstündeki derme çatma yapılarda yaşamaya çalıştığı bir dünya düşünün. Sefalet ve ilkelliğin baş gösterdiği bu yeni dünyadaki insanların başına bir de yağmacı çeteler bela oluyor. İnsanlar, yaşama tutunmak için kendilerini kurtarmaya gelecek olan dövmeli küçük bir kız çocuğunu bekliyor.

New York, 2017’nin Ağustos ayını yaşıyor ve hiçbir şey eskiden olduğu gibi değil. Kıyılarda kasırgalar, içeride orman yangınları… Gündelik hayatın karmaşasında sürüklenen insanların kafasında bir soru belirmeye başlıyor: Bizi nasıl bir gelecek bekliyor? Film bir topluma ayna tutarken bizi de dünyanın geleceği hakkında düşünmeye sürüklüyor.

Küresel ısınma sonucu Antarktika kıtasından devasa bir buz kütlesi kopar. İklim bilimci Jack, en büyük kabusuyla burun burunadır. Halkın bu felaketten dönüşün olmayacağını anlaması uzun sürmez. İnsanlar panik halinde güvenle yaşayabileceği yerlere göç etmeye çalışırken Jack, herkesin aksine kaosun ortasına kendisini atar. Çünkü sevdiklerinin canları tehlikededir.

Bu belgesel diğerlerinden biraz farklı! Belgeseli hazırlayan Danimarkalı bilim insanı Bjorn Lomborg’un neden “şüpheci çevreci” olarak anıldığını bu filmi izlediğinizde anlayacaksınız! Genel görüşün aksine Lomborg, dünyayı bekleyen bir çevre felaketinin olmadığını savunuyor. Belgeselinde kendisine karşı çıkan bilim insanlarına da yer veriyor.

Claude Lorius’un küresel ısınmaya dikkat geçen ilk bilim insanı olduğunu biliyor muydunuz? Neredeyse ömrünün tamamını Antarktika buzullarını incelemeye adayan Lorius, yerkürenin binlerce yıllık tarihinin bu kütleler altında donmuş olduğunu söylüyor. Geleceğimiz için insanlığa düşen büyük sorumluluğun altını çiziyor ve ekliyor: “Lütfen geç kalmayın!”

İnsanoğlunun başına ne felaket gelirse gelsin sosyal eşitsizliğin hiç bitmeyeceğini bu filmi izlerken bir kez daha anlayacaksınız. Yanlış giden bir deney sonucunda dünyanın tekrar buzul çağına döndüğü filmde, hayatta kalan insanların yaşadıkları trende verdiği yaşam mücadelesi anlatılıyor. Tren içerisinde ayrıcalık sahibi olan ön vagondakiler ile neredeyse açlık sınırında yaşayan arka vagondaki insanlar arasında gerilim bir ayaklanmaya neden olur mu dersiniz? Filmin ayrıca bir de dizisi var.

Judith Helfand’ın yönettiği Cooked: Survival by Zip Code; yirmi yedi yıl önce, 1995 Temmuz’unda Chicago’daki sıcaklığın art arda beş gün boyunca 100 derecenin üzerinde kaldığı ve bu yüzden 739 kişinin hayatını kaybettiği felaketi ele alıyor. Tabii ki büyük ölçüde kayda geçmeyen sırlardan biri, sosyoekonomik durumu yüksek olan yerleşim yerlerinde hiçbir kaybın olmaması! Küresel ısınmaya ve anormal sıcaklık değişimlerine farklı bir pencereden bakan bu film, yürek burkan detaylarıyla mutlaka izlenmesi gerekenlerden.

Babaların evlatları için yapmayacağı şey yoktur! Avustralyalı bir baba olan Damon Gameau, dört yaşındaki kızı için bundan 20 yıl sonra hayatın nasıl olabileceğini düşlüyor. İklim değişikliğiyle mücadelede en büyük riskin ezici bir çaresizlik duygusu olduğunu savunan yönetmen, bize değişimin mümkün olduğuna dair bir umut aşılamayı amaçlıyor.

İnsanlar, el değdirdiği her şeyi bir süre sonra bozuyor mu? Kıymet bilmez bir canlı türü müyüz? Doğanın değişimlerini fotoğraflayan James Balog, dört elementin geçirdiği evreleri ölümsüzleştirirken insanı da beşinci element olarak sayıyor. İnsanlar doğaya fayda mı sağlayacak, yoksa geri dönülmez bir bozulmanın başkahramanı mı olacaklar? Balog, bu soruların cevaplarını ararken bizlere de izlemesi keyifli bir belgesel sunuyor.

Cannes ve Sundance festivallerinde önemli kategorilerde ödüllere layık görülen film, küresel ısınmanın insanlığı nerelere sürükleyeceğini gözler önüne seriyor. Altı yaşındaki Hushpuppy ve onun hasta babası Wink, Louisiana Bayou’da ‘Leğen’ olarak adlandırılan bir adada küçük bir toplulukta yaşıyor. Wink, yükselen deniz seviyelerinden korumaya yardımcı olan set sisteminin ötesinde yaşamasına rağmen yaşadığı coğrafyayı çok seviyor. Ancak günün birinde ölümcül bir hastalık herkesin korkulu rüyası olmaya başlıyor.

Kenya’da küçük bir çiftçi olan Kisilu; dört yıl boyunca iklim değişikliğinin kendisi, ailesi, köyü ve çevresi üzerindeki yansımalarını kamerasıyla kaydeder. Sel, kuraklık ve fırtınaların yanı sıra bunların insanlar üzerindeki psikolojik etkilerini de filme alır. Bireysel olarak başlayan bu hareket gittikçe büyür ve Kisilu’nun sesi nihayet tüm dünyada duyulmaya başlar. Paris’teki BM iklim müzakerelerinde ve COP21’de konuşmalar yapan yönetmen, bu süreçte filme aldıklarını belgesele dönüştürdü.

RiverBlue, küresel moda endüstrisinin karanlık tarafını ortaya çıkarıyor. Tüm bu değişimi belgeleyen ünlü kürekçi ve çevreci Mark Angelo tarafından yönetilen, dünya çapında benzeri görülmemiş bir nehir macerası karşınızda! Nehir Mavisi, giyim sektöründeki tüketim çılgınlığının dünyanın en önemli nehirlerine neler yaptığı konusuna farkındalık getiriyor.

Jeolog Richard Alley, izleyicileri mavi gezegendeki iklim tarihinin fosil yakıtlarla olan ilişkisini anlatan bir serüvene davet ediyor. Daha sağlıklı bir gezegen için sürdürülebilir çözümler sunan film, siyasi polemik yaratmak yerine seyircilerde enerji dolu ve iyimser izler bırakmayı amaçlıyor. Üç bölümlük seri halinde farklı konulara değinen bu belgesel filmin her bölümü oldukça ilginç bilgiler içeriyor.

Leonardo DiCaprio’nun oyunculuğunu beğenmeyen var mıdır? Sanmıyoruz. Bu zamana kadar farklı karakterleri hakkıyla ortaya koyan başarılı aktörün, dünyayı yaşanabilir kılmak adına yaptıklarından ne kadar haberdarız? Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Elçisi olan DiCaprio, yapımcılığını üstlendiği bu belgeselde farkındalık yaratmak için mağduriyet yaşamış bölgeleri tek tek ziyaret ediyor. Siyasilere ve dünyada sözü geçen markalara da mesajını iletmekten çekinmiyor.

Sıradaki filmimiz, anime tutkunları için. Prenses Mononoke, Hayao Miyazaki yapımı bir Japon animasyon filmi ve ilginç de bir öyküsü var. Filmde ölümcül bir lanete yakalanan prens Ashitaka, bir çare bulmak üzere yola düşer. Beklemediği bir anda kendisini madenci şehri ile orman hayvanları arasındaki bir savaşın ortasında bulur. Ashitaka, hem barışı getirmek hem de kurt kızı San’ın güvenini kazanmak için savaşta kendini ortaya koyar. Ormanı koruyan doğaüstü yaratıklarla doğanın kaynaklarını hızla ve acımasızca tüketen insanların amansız mücadelesini konu alan bu film, dünyadaki her canlının iyi yaşamayı hak ettiği gerçeğini fantastik bir dille aktarıyor.

Küresel ısınma ve iklim değişimi, yeryüzünü yaşanmaz hale getirir. Kuraklık, insan neslinin dünyada daha fazla yaşayamayacağı gerçeğini apaçık ortaya koyar. Alternatif bir yaşam alanı bulma umuduyla yola çıkan NASA pilotu Joseph’in ise sandığı kadar vakti yoktur.