Sinemamızda elbette çok sayıda iyi film bulunuyor fakat oran olarak baktığımızda bunlar vasat yapımların yanında devede kulak kalıyor.
İyi işlerin bu denli az olmasının nedenlerini derinlemesine incelediğimizde bir sorun deryasıyla karşılaşıyoruz. İşte Türk sinemasının gelişememesinin nedeni olan prangalar:
1. Korku filmlerinde hep “cin” unsurunun kullanılması.
Evet, çocukluğumuzdan beri cin olgusuyla korkutulduk. Peki Türk kültüründe gerçekten de cin dışında bir korku öğesi yok mu? Batı’daki gibi vampir, kurt adam gibi korku unsurları yok belki fakat sadece cinlerden ibaret bir korku kültürümüzün de olmadığı su götürmez bir gerçek.
Film sektörü muhtemelen yeterli bir araştırma yapmıyor ya da yaratıcılık konusunda bir hayli eksik. Oysa Türk mitolojisini biraz inceleseler özgün hikâyeler bulacaklardır. Al karısı, gulyabani, yeraltının kötü tanrısı Erlik Han ve daha onlarcasını bulmak ve kullanmak mümkün.
Bu tip filmlerin isimlerinin genellikle Arapça tercih edilmesi, dini duyguları harekete geçirmek isteyen yapımcıları komik duruma düşürüyor.
İsim koyma konusunda Büyü, Okul, Güzelliğin Portresi, Baskın: Karabasan gibi sade örnekler olsa da şu gibi isimlerin ne kadar fazla olduğunu bilirsiniz: Dabbe, Siccin, Sir-Ayet, Alem-i Cin, Hüddam, Ecinni, Şeytan-i İns, El Ummar, Zifir-i Azap, Mircin
2. Sırf güzel/yakışıklı olduğu için yeteneksiz oyunculara başrol verilmesi.
Bu şekilci zihniyet nedeniyle hem kaliteli oyunculuklar izlemek mümkün olmuyor hem de mankene benzemedikleri için gerçek yeteneklerin önü kesiliyor.
3. Dram filmlerinde aşırı miktarda duygu sömürüsü yapılması.
Çok güzel bir hikâyesi olmasına rağmen onu anlatış biçiminin duygu sömürüsü yapılarak verilmesi filmi mahvediyor. Oscar aday adayı olarak gösterilen, bir Kore filminden uyarlanan 7. Koğuştaki Mucize filmi buna iyi bir örnek. Aslında buna rağmen önemli bir hayran kitlesi edindi fakat Oscar Akademisi, eleştirmenler bunu yemez.
Yakın dönemin başarılı filmlerinden İşe Yarar Bir Şey‘de de ağır bir dram öyküsü olmasına rağmen yönetmen bunu olgunlukla işlediği için film yurt dışında da oldukça övgü topladı. 7. Koğuştaki Mucize ise olgunlukla işleyemediği için popcorn izleyiciye hitap ediyor ve büyük ödülleri bu yüzden kazanması imkânsız.
4. Fantezi arabeskçilerin yönetmenlik yapması.
Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz gibi isimler yönetmenlik koltuğunda iyi işler çıkaramıyor. Bu bir ön yargı değil, gerçekten iyi film çekebilseydiler takdir edebilirdik fakat görünen köy kılavuz istemez. Ne yazık ki bol ağlaklı filmleriyle belli bir kesime hitap ederek çok izlenebiliyorlar.
Herkes film yapmakta tabii ki özgürdür fakat sektörde ciddi anlamda yer bulacak kadar bir ağırlıklarının olmaması gerekiyor. Bu konuda sadece sektör değil toplumun yönelimi de hatalı.
5. Yaratıcı yetenekleri körelten televizyon kanalları.
3 saat süren bir dizi için her hafta harıl harıl çalışmak zorunda bırakılan senaristler, kurgucular, yönetmenler, oyuncular ve diğer set ekibi; bu zaman darlığı ve yapımcıların diretmelerinden dolayı yaratıcılıklarını ekrana yansıtamıyor.
Örneğin Salih Bademci dijital platformlardaki rolleri sayesinde içindeki gerçek yeteneği gösterebildi. Kim bilir daha ne yetenekler bu baskılar nedeniyle körelip gidiyor…
6. Komediden arındırılmış ciddi bir bilim kurgu filminin çekilememesi.
Yıllar önce “Turist Ömer Uzayda” gibi filmler çekildi fakat bu bir parodiydi, anlayışla karşılanabilir. Ciddi olma kaygısıyla çekilen “Dünyayı Kurtaran Adam” filmi ise işi eline yüzüne bulaştırmıştı.
Aradan geçen bunca yılda hâlâ bilim kurgu türünde bir aşama kaydedemedik. G.O.R.A gibi iyi bilim kurgu filmleri çekilmiş olsa da yine komedi türünde olduğu için bahsettiğimiz o “ciddi” atmosfere bir türlü ulaşamadık.
Dijitalleşen sinema-dizi sektörü sayesinde “ciddili yerli bilim kurgular” yapılmaya başlansa da sektörün bu konuda iyi olabilmesi için daha kırk fırın ekmek yemesi gerektiğini blutv’deki Börü 2039 ve Gain’deki Senkron yapımlarıyla bir kez daha anladık. TV’deki yapımlar ise hiç umut vermiyor, ATV’deki Akıncı dizisi bunun örneklerinden biriydi.
7. Etkisini en çok kötü efektler ve kurgu ile gösteren teknik yetersizlik.
Efekt ve yoğun kurgu gerektiren bir filmi çekmek için yeterli ekipman ve bilgiye sahip olmamasına rağmen o işin altına girmek hobi haline gelmiş durumda. Projenin büyüklüğüyle yeteneğinizin seviyesi çelişirse ortaya korkunç bir yapım çıkacaktır.
8. Ana akım komedinin gaz çıkarmak, tokat atmak ve küfür etmekten ibaret olması.
Bu yaratıcılık yoksunluğu nedeniyle IMDb Bottom 100’de pek çok Türk filmi bulunuyor. Ayrıca Batı’nın popüler kültür unsurlarının Türk kültürüne uyarlanarak komedi yapılmaya çalışılması apayrı bir sorun. Destere, Laz Vampir, Kutsal Damacana gibi yapımları hatırladığınızda ne demek istediğimizi anlayacaksınız.
9. Film isimlerinin yaratıcılıktan yoksun olması.
İşte bazı örnekleri: Kadri’nin Götürdüğü Yere Git, Türkler Çıldırmış Olmalı, Kolpaçino, Destere, Kutsal Damacana, Ömerçip, Pak Panter, Cumali Ceber ve dahası… Genelde ismi kötü olan filmlerin kendisi de kötü oluyor. Bir isim bile koymasını beceremeyenlerin iyi bir film yapması da elbette beklenemez.
Oysa Nuri Bilge Ceylan filmlerinin isimleri gayet oturaklı durur: Bir Zamanlar Anadolu’da, Kış Uykusu, Mayıs Sıkıntısı, Ahlat Ağacı, Kuru Otlar Üstüne…
10. Afiş tasarımlarının kötü olması.
Bu konuda minimalizmden çok çok uzağız. En sık yapılan hatalardan biri de film ekibinin neredeyse tamamının afişe yerleştirilmeye çalışılması. Tanınmış oyuncuları, başrolleri koyar geçersiniz normalde ama yardımcı oyuncunun yardımcı oyuncusu dahi afişe koyuluyor, biraz daha zorlasalar dublörleri koyabilirler. Bunu yaparak “Bakın çok emek var bu işte” mesajı mı vermek istiyorlar acaba? Üstelik photoshop’lar amatör düzeyde.
11. 30 yaşındaki oyuncuların liselileri oynaması.
2-3 yaş büyük oyuncuların seçilmesi göz ardı edilebilir fakat 10 yaşa kadar esnetilip liseli öğrenci üniforması giydirilmesi izleyiciye saygısızlıktır.
12. “Bütçe yok ya abi!” diyen sinemacıların çokluğu.
Aslında bütçeden ziyade yaratıcılık yok. Toprak Altında(Buried) filmi sadece tabutta geçiyor ama şahane yaratıcı bir filmdir. Bütçe yoksa bile düşük bütçeli de iyi bir film çekilebilir.
13. Uyarlama filmlerin fazla olması.
Aslında uyarlama yapmak kötü değildir fakat çok sayıda yapmak ve bunların çoğunun kötü olması sinemamızı dibe sürüklüyor. Yaratıcılık sıkıntısının çekildiğinin bir işareti ya da zaten tutmuş olan bir işin Türkiye’de de tutacağının düşünülmesi.
İyi bir filmi uyarlamak, ortaya yine iyi bir filmin çıkacağı anlamına gelmez. Genellikle kötü uyarlamalar yapılması, sinemada yetkin insan sayısının ne kadar az olduğunu gösteriyor.
14. Filme gereğinden fazla reklam alınması.
Sponsor gelirleri tabii ki bir film için olmazsa olmazdır fakat ürünün/logonun arka planda çok da dikkat çekmeden yer alması gerekirken sahnenin önüne geçmesi filme önemli ölçüde zarar veriyor.
Hatta diyaloglarda bile sponsor hakkında övgüler yer alabiliyor. Bunun en kötü örneklerinden birini Cem Yılmaz’ın Arif v 216 filminde gördük. Filme bir marka önemli ölçüde destek vermiş belli ki ama bazı sahnelerde film değil düpedüz reklam filmi izledik. Evet, markanın ismi çok kişiye ulaştı ama iyi olabilecek bir filmde gereksiz yer edinerek aslında saygınlığına zarar verdiğinin farkında değil.
Benzer bir durum puhutv’de yayınlanan Fi dizisinde de yaşandı. Bir marka bazı sahneleri işgal etmişti adeta, diziyi yarıda bırakma isteği dahi uyandırıyordu bu gibi durumlar. Böyle bir tercih yerine filme zarar vermeden tanıtımlar yapmak herkes için çok daha yararlı olacaktır.
Hollywood, filmlere reklam yerleştirmeyi iyi bir işçilikle yaptığı için hem filmin akışı bozulmuyor hem de ürünün etkisi izleyicide olumlu oluyor.
Örneğin Justice League’de Mercedes reklamı var fakat bu reklam bizdeki yapımlarda olsaydı başrol oyuncusu o arabayı ne kadar krediyle alacağımızı bile açıklardı.
15. Seks furyasının, arabeskçilerin, milliyetçi kahramanların istilası.
70’lerde televizyonun gelmesiyle birlikte sinemadan kopmaya başlayan halkı tekrar salonlara çekmek için çeşitli taktikler denendi. Yapımcılar bunun üzerine erotik filmlere yöneldi ve ünlü oyuncular bile bu filmlerde oynamaya başladı.
Arabeskçiler ise klişe konulara sahip olan, sinema bile demenin bin şahit istediği filmleri müzik klipleri gibi kullanarak ünlerine ün kattılar. Üstüne bir de sanatsal olmaktan çok uzak olan milliyetçi kahraman filmleri eklenince gerçek sinema kuytu köşede kaldı.
16. Sinema eğitiminin yetersiz olması ve birtakım toplumsal nedenler.
Sinemaya ilgisi olsalar bile gençler toplumsal baskı nedeniyle farklı alanlara yönelmek zorunda kalıyor. Aile, çevre, siyaset, ekonomi gibi faktörler onları memur, avukat, doktor gibi seçeneklere yöneltiyor. İşsiz kalmamak için tutkusundan vazgeçen gençlerin sanatkar tarafları ne yazık ki köreliyor.
17. Sansürün neden olduğu baskılar.
Örneğin Netflix’in Türkiye yapımı dizisi “Şimdiki Aklım Olsaydı”, çekimlerine başlanmasına birkaç gün kala baskılar nedeniyle iptal edildi. Dizide bir eşcinsel karakter olduğu için Kültür ve Turizm Bakanlığı çekim izni vermedi. Dizinin senaristi Ece Yörenç, bu projeyi başka bir coğrafyada hayata geçirmek için uğraşıyor. Yani kendini iyi işlerle kanıtlamış bir ismin eseri ne yazık ki başka ülkede değerlenecek.
Deniz Gamze Ergüven’in yönettiği, Fransa’nın Oscar adayı olmayı başaran Mustang filmi de sinemadaki beyin göçlerinin bir örneği. Film bu coğrayada çekildi, dili Türkçe fakat içeriğindeki düşünceler nedeniyle burada sansüre uğrayacak ve Oscar için aday adayı gösterilmeyecekti. Yönetmen daha sonra Hollywood’da Daniel Craig ve Halle Berry’li bir filmi, The Handmaid’s Tale’in bir bölümünü yönetti. Marvel’ın Eternals’ını yönetmesi düşünülen adaylar arasındaydı. Özetle, sansür nedeniyle iyi yeteneklerin ve eserlerin önü kesiliyor.
Umarız ki Türk sineması bu tip prangaları en yakın zamanda aşarak daha özgür olabilir.
Yine de bütün bunlara rağmen nadiren de olsa şahane filmler çıkıyor. Hatta bazı filmlerimiz Oscar alan filmlerden bile çok daha kaliteli. Bu olumsuzluklara rağmen Sarmaşık, İşe Yarar Bir Şey, Bizim Büyük Çaresizliğimiz gibi kaliteli işler çıkabiliyor.